Almanya’da Yaşam 3 – Sosyal ve Günlük Yaşam

Almanya hakkında yaz yaz bitmeyecek biliyorum, zaten bitsin diyede yazmıyorum. Olurda birisi okursa bu yazdıklarımı, bayağı bir bilgisi olacaktır diye düşünüyorum.

Eğer es kaza bu sayfaya direk ve ilk kez geldiyseniz, bu yazdığım ilk yazı değil, bir önceki yazılanları okumak isterseniz ki okuyun zaten, aşağıdaki linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.

http://blog.imfrk.com/2017/01/26/almanyada-yasam-2-alman-insani-ve-kulturu/

Şimdi gelelim bu yazının konusuna. Bu başlıkta, genel olarak sosyal hayat, günlük yaşam, hayat zorlukları ve iş konusunda biraz karalayacağım.

Öncelikli olarak benim için önemli olan bir konuya değinmek istiyorum, sinema! Ben filmsiz yapamam. Sinema benim için önemli bir unsur. Sinema anlayışı burada pek hoş değil. Bir kere koca Almanya’da 3 tane IMAX 3D sinema var. Bir tanesi Berlin’de şu ünlülerin gelip gala falan yaptığı sinema. Diğerleride böyle Almanya’nın abuk subuk yerlerinde. İşin aslıda biraz pahalı! Seans fiyatı 14,50 € ila 17,00 € arasında değişiyor. Çünkü oturduğunuz yere göre farklı fiyatlandırma var. IMAX 3D dışındaki sinemalarda normal işte her yerde bulabileceğiniz tarzda sinemalardan.

Filmler alt yazılı değil ve küçük şehirlerde seansların hepsi, büyük şehirlerde de seansların büyük bir çoğunluğu almanca düblaj. Orijinal dilinde, Almanca alt yazılı sanarak sinemaya giderseniz hayal kırıklığı yaşarsınız.

Türkiye’de şöyle birşey vardır. Filme girersiniz, filmin ortasında 10, 15 dakika ihtiyaç molası verilir. O sırada tuvalete mi gideceksin, mısır mı alacaksın ne yapacaksan yaparsın. Almanya’da film arası diye birşey yok. Filme girdiğinizde konu kapanmıştır. Çisiniz geldiyse ve filmde sahne kaçırmak istemiyorsanız bulunduğunuz yere bırakacaksınız demektir. Tam bir mallık örneği, tamam seyirciyi düşünmüyorsunuz anladıkta, bari mısır ve içecek satışından yapacağınız karıda mı hesaplayamıyorsunuz. Nasıl bir beyin var bu adamlarda inanılır gibi değil.

Filmlerde millet ara ara kalkıp tuvalete gidiyor, mısır alıyor geliyor. Haliyle siz filme tam konsantre olmuşsunuz, birisi geliyor önünüzden geçiyor tüm konsantrasyonun içine ediyor. Sinemalarda bira içmek serbest, eğer bira kokusunu sevmiyorsanız ve yanınızdaki arkadaşta içiyorsa, alıp alacağınız zevkin içine hepten edilmiş oluyor.

Filmlerin başında sinemalarda en az 30 dk reklam gösterimi var. Hiç sekmiyor, her zaman o 30 dakika boyunca reklamlar gösteriliyor.

Bana birisi “Almanya hakkında güzel sadece birşey söyle” dese, sanırım bu gelişmiş toplu taşımacılık sistemi olur. Berlin’deki bazı metrolar 1940’lı yıllarda falan yapılmış. Acayip bir ağ var. Hemen her yere trenle gidebiliyorsunuz. Metrolar Türkiye’deki gibi yerin 7 kat altında cehennemin dibinde değil. Hemen yerin bir kat aşağasında. Transfer istasyonları birbirinden uzak değil, trenden indikten sonra, 1 kat aşağısı diğer istasyon. Bazen aynı katta 4, 5 adım atıyorsunuz diğer hattın istasyonuna geçmiş oluyorsunuz.

Metronun olduğu hatlarda genelde otobüs yok. Aynı şekilde tramvayların olduğu yollarda da otobüs olmayabiliyor ve genelde duraklar birbiri ile çakışık. Yani otobüsten inince, metroya biniyorsunuz, metrodan inince tramvaya biniyorsunuz. Hatlar arasındaki toplam yürüme mesafesi max 50 metre falandır. Otobüs sadece, tren, metro ve tramvayların olmadı veya çalışmadığı yerlerde var. Dolmuş minibüs zaten yok, onları saymıyorum bile.

Almanya’da 3 çeşit tren hizmeti var. S-Bahn, yer yüzünde hareket eden tren. Genelde yavaşlar. Berlin’dekiler sıkca arıza yapıyor. U-Bahn, bildiğimiz metro oluyor. Metroları hızlı diyemeyeceğim ama her yere olduğundan dolayı gayet kullanışlı. Tramvaylar, durumuna göre otobüs gibiler. Bazen gazlıyor bazen yavaş gidiyor. Kafasına göre bekliyor. Berlindeki tramvaylar da sık sık bozuluyorlar. Bazı noktalarda trafik ile doğru orantılı olarak hareket ediyorlar. Demek istediğim, trafik kilitlenince tramvayda hareket edemeyebiliyor.

Doğu Berlin, batı Berlin’den bariz farklı. Doğu Berlin’de evler ve binalar daha çok kominist mimaride. Binalar yüksek yüksek ve genelde her katta 4 veya 8 tane daire var. Dairenin içindeki kapılar, odanın içine açılmıyor, dışına açılıyor. Ayrıca doğu Berlin’de evler arasında alan var, batı Berlin’de bütün evler ve binalar duvar duvara hiç boşluk yok.

Doğu Berlin’de bazı yollar o kadar geniş ki rahatlıkla 3 tane ağır zırhlı rus tankı yan yana seyahat edebilir. Size genişliğini şöyle tasfir edeyim. Yayaya yeşil yanıyor, karşıya ulaşabilmek için öyle hızlı geçmeniz lazım ki bir kerede işlemi tamamlayabilesiniz. Yoksa ortada birikiyorsunuz, ikinci yeşili beklemeniz gerekiyor. Yani şehir içinde 4 şerit gidişli 4 şerit gelişli yol var. 4 şerit genişliğinde de orta refuj. Yani kafadan 12 şeritli yol geçmeye çalışıyorsunuz. Batı Berlin’de yollar genelde dar.

Batı Berlin Almanları eski bina konusunda takıntılılar. 110 senelik binada kiralık ev baktığımı hatırlıyorum. Evin sahibine, “Bu binanın gelecek bir sene içinde yıkılmayacağına garanti verebilir misiniz?” diye sorduğum oldu. Binaları her 5 senede bir tamir ediyorlar, yalıtımını yapıyorlar içini “En son teknoloji!!!” ev ürünleri ile dolduruyorlar ve oturuyorlar.

Almanya’nın otobanları meshurdur değil mi? Belgesellerini izlediğimiz otobanlarda araba kullandım. Öncelikli olarak şunu söylemek istiyorum, hız sınırsız otoban hürafe değilmiş, evet var. Ama otobanların belli bölgeleri öyle her yeri değil. Genelde hız limiti 130 km/sa. Bizim otobanlar daha geniş. Burada 3 şeridin üstünde otoban görmedim. Ayrıca hep dedikleri, “Otobanları dümdüz ne viraj var, ne rampa”, lafı tamamen yalan. Burada virajda var, rampada var, hepsi var.

Yollardaki tabela sistemide çok garip. Oklar şeridi gösteriyor. Yani mesela 300m sonra otobandan çıkacaksanız, ok sağ üstü göstermiyor, şeridi gösteriyor. Yani “O şeridi takip et o seni götürecek gidecegin yere” anlamında. Sırf bundan dolayı en az 10 kere çıkış kaçırmışımdır.

Doğu Almanya otobanları ciddi yamalı. Bildiğiniz bölge bölge yamaları var. Ama genel olarak asfalt kalitesi yüksek. Motosiklet zevkiniz var ise, asfalt sizi bayağı bir memnun edecektir. Motosikletinizi dizinizi değdirinceye kadar yatırabilirsiniz.

Yollarda fazlaca radar var. Mahalle arasında bile radar var. Almanya’da arabayı kullanırken full konsantre tabelaları takip ederek kullanmak gerekiyor. Polislerin hiç acıması yok. 30 km/sa ise 30 km/sa, 50 km/sa ise 50 km/sa ile gitmeniz gerekiyor. Yakaladılar mı cezayı yapıştırıyorlar.

Almanlar otobanlarda araç sağ’lamıyorlar. Ayrıca yavaş gidiyorsanız yoldan çekilmeniz için selektör falanda yapmıyorlar. Yavaşlıyorlar ve arkanızda sizinle aynı hızda gidiyorlar. Hatta test yaptım bir kaç kere. Sol şeritte giderken yavaşladım, yavaşladım 60 km/sa te kadar düştüm arkamdaki ne selektör yaptı ne sağ’ladı. Sonra hızlandım oda hızlandı yavaşladım oda yavaşladı. Yani öyle bir araba kullanıyorlar ki sanki düşük bütçeli araba yarışı oyunundaki olmamış yapay zeka gibiler.

Havasından biraz bahsetmek gerekirse. Berlin’de baharı yaşamadık ne yazık ki. Kış kış kış kış sonra birden yaz ve hava bir gün içinde değişti. Böyle sanki bir düğme varmışta, “Tamam lan yaz geldi!” dediler ve hoooop yaz. Yerel halkta aynı bu şekilde, bir gün önce kazakla montla dolaşanlar ertesi gün mini şort terlikle dolaşmaya başladılar. Sibirya’dan Miami’ye tatile gitmiş gibi birşey oldu. Bir anda herkes çıplak. Güzel tarafı şu, “Tam hastalık havası, herkes dökülecek.” olmadı. Kış-yaz, kış-yaz. Baharlar disabled.

Berlin’in yazları serin geçiyor. Almanya – Italya Euro 2016 maçını açık hava birahanesinin birinde izlerken, hiç abartmıyorum, kışlık montum, kaşkolum ve ellerimde eldivenlerle izledim. Hava 11 derece oldu o gün akşam, birde esiyordu. O kadar giyinmeme ragmen oturduğum yerde titriyordum. Yanımda oturmuş maç izleyen bir kız vardı, dönüp, “Bacım sizin bu Almanya’nın havası hep böyle mi?” diye sordum. Kız yılışık bir kahkaha attı, “Ay canım 1 saati 100 €, 2 saati 150 €” dedi. Dedim “Kredi kartı geçiyor mu?” Şaka şaka, “Yok, biz geçen sene bu zamanlar donla oturuyorduk (ciddiye aldım bu dediğini), çok sıcaktı. Bu, bu seneye özel” dedi. Fakat 2017 yazıda hiç sıcak geçmedi. Hatta gayette soğuktu bana sorarsanız…

Yeri gelmişken, Berlin’de fahişelik yasal. Kanunlar çerçevesinde, verginizi veriyorsanız, sağlık kontrolunuzu yaptırıyorsanız, oruspuluk yapabilirsiniz. Zaten her 500m’ye bir kerhane var. Bunların böyle lüks güzel websiteleri falanda var. Yolda yürürken, böyle kırmızı mavi renkli ışıklı bir yer görürseniz, iki ihtimal var. Ya kumarhane, ya kerhane…

Almanya’nın doğu şehirleri ile geri kalan batı Almanya şehirleri birbirinden farklı kafa yapısına sahip. Munich’te insanlar daha çok çalışmaya ve yüksek kalite ürünler kullanmaya, daha iyi evlerde oturmaya odaklıyken, Berlin’de nasıl kaytarırım, nasıl çalışmam, nasıl daha çok içki içerim, nasıl daha kötü kalite ürünler kullanırım hedefiyle yaşıyor. Zaten Berlin’de işsizlik 2017’de %25 civarındaydı. Yani şehrin 4’te 1’i işsiz, çalışmıyordu.

Eğer tarih aşkı ile tutuşan biriyseniz, Almanya sizi bu konuda ciddi doyuracaktır. Mesela Berlin’de sayısız müze var. Her ilgiye yönelik birşeyler bulabiliyorsunuz. 2. Dünya savaşı müzelerinden tutunda, piramitlerin, firavunun ganimetleri müzesine kadar çeşit çeşit… Batı Almanya tarafında daha çok, parklar, kaleler, tarihi alanlar, kiliseler şeklinde görebileceğiniz çok renkli ilginç yerler mevcut. Kafanızda Almanya’yı ziyaret edeyim veya taşınayim gibi birşey varsa, böyle random bir şehir seçip kendinizi atmayın, ilginize göre araştırmanızı yapıp öyle rotanızı çizin.

Gelelim eleman alma konusuna. Öncelikli olarak şunu söyleyebilirim ki, burada en fiyakalı meslek, almancası olmayanlar için IT. Çünkü genelde eleman sıkıntısı had safada olduğu için almancası varmış yokmuş bakmıyorlar. Ama IT dışı mesleklerde almanca yoksa, şansınız hemen hemen hiç yok. Eğer hem almanca hemde ingilizce birlikte varsa, o zaman maça 1-0 önde başlıyorsunuz.

Kötü tarafı şu ki, burada bir IT eleman alma süreci var aklınız şaşar. Önce bir telefonla konusuyorlar, sonra bir test gönderiyorlar, online yapıyorsunuz, sonra tekrar bir teknik telefon görüşmesi, firmada yüz yüze görüşme, takim üyeleri ile vakit geçirme. Yani sanırsınız Nasa’ya astronot alıyorlar. Bu kadar görüşme sonunda işe girebilir de çalışmaya başlarsanız, anlıyorsunuz ki bu adamlar eleman almasını bilmiyorlar. Neden? Çünkü o kadar test ve görüşmeden sonra yaptırdıkları iş o kadar sıkıcı ki değil işi yapmak firmada kalmak istemiyorsunuz.

Haliyle acayıp yüksek bir eleman değişimi var. Benim çalıştığım firmada, sadece benim bulunduğum takımda, geçen 7 ayda 5’den fazla farklı adam geldi ve gitti. İşten atılmıyorlar, geliyorlar 1, 2 ay geçiriyorlar hop sonra kayıp. Aslında bende işten çıktım, bende o adamlardan biri olmuş oldum.

Şunu rahatlıkla söylebilirim ki, IT konusunda çok geriler. Zaten bu Almanya’nın kanunları öyle sinir bozucu ki, burada hayatı kolaylaştırsın diye kurulan siteler, sistemler insanların hayatını daha çok zorlaştırıyor. Çünkü dijital imza falan hak getire, herşeyin kağıt üstünde yazılı olması gerekiyor. Yani burada e-devlet yok 🙂 Aslında var da, Türkiye’deki gibi kapsamlı ve merkezi değil. Online randevu almak dışında hiç birşey yapamıyorsunuz.

Berlin’de IT’ciler net 2000 € ile 3000 € arasında kazanıyorlar. Eğer bilgisayara takla attırabiliyorsanız, acayip bir geçmişiniz varsa, pozisyonuna göre 3500 € ve yukarısı şeklinde devam ediyor. Berlin ucuz bir şehir olduğundan dolayı, maaş yeterli geliyor. Berlin dışındaki şehirlerde IT’cilerin başlangıç maaşı her ne kadar 3000 € civarında olsada yaşam giderleri daha fazla olduğundan dolayı aldığınız maaşı dikkatli harcamadığınız taktirde, kendinizi “Bu ay sonunu nasıl çıkartırım” hesapları yaparken bulabilirsiniz.

Almanca her zaman önemli. Çünkü işin dışındaki dünya Almanca ve sizin IT’ci olmanızı falan kimsenin sikine taktığı yok. Haliyle, ülkeye entegrasyon ve ruhsal mutluluğunuz için Almanca şart gibi birşey. Kimseden ingilizce konuşmasını beklemeyin, ingilizce konuşmuyor diyede sinirlenmeyin. Türkiye’de de ingilizce konuşan sınırlı bir esnafımız var, hatırlatırım. Bundan dolayı ilk işiniz, buraya gelince bir iş bulup, firmanın sağladığı kurslarla veya kendi imkanlarınızla bu Almanca problemini çözümlemeniz.

Almanya’ya geldikten sonra, “Avrupa’da harika işler yapılıyor, yazılım konusunda çok ilerdeler” düşüncem tamamen yıkıldı ve yok oldu. Yazılımın çıkartılmasını geçtim, yazılımcılar zaten tamamen boş kafa. Almanların övündüğü bir tek büyük yazılım firması var. O firmada SAP. Başka da bir bok yok. Diğer tüm girişimler oranın buranın büyük firmaları. Ne var işte Amazon var, Google var, eBay falan falan… Ben, girebiliyorsanız buralara girin derim.

İstanbul’da şu trafik sıkıntısı olmasa, sahip olduğumuz mesleğe gereken önem veriliyor ve güzel paralar kazanılabiliyor olsak, Almanya hiçte öyle öldüm bittim bir yer değil. Ciddi farklar var, kesinlikle evet! Fakat iki ülkeyi teraziye koyacak olsanız bir süre sonra Türkiye ağır basar. Türküm diye demiyorum, çok samimiyim. Size şöyle diyeyim; Türkiye “Aman Avrupa’ya yetişelim!” diye hızlı hızlı koşarken, bazı konularda Avrupa’yı geçmiş gitmiş ama geçtiğinin farkında değil. Bunu ben demiyorum, Türkiye’de yaşamış Avrupa’lı, ön yargısız insanlarda (Çok fazla sayıda ön yargılı, peşin fikirli insan yaşıyor Avrupa sınırları içerisinde) aynı fikirde. Şahsen Berlin’de tanıştığım bir kız bana daha önce Türkiye’de yaşadığını söyledi ve “Türkiye’den buraya dönünce depresyona girdim. Türkiye vizemi uzatmadı, yoksa ben Türkiye’de kalmak istiyordum” dedi. (Bu gerçek bir hikayedir.)

Bunla ilgili olarak son bir Avrupa birliği konusuna da deyinmek istiyorum. Buraya geldikten sonra bizi neden Avrupa birliğine almadıklarını veya oyaladıklarını anladım. Birincisi, Avrupa’lılar gerçekten Türklerden korkuyorlar. Rahatlıkla söyleyebilirim ki, biz Avrupalılardan daha üstün bir kafaya sahibiz. Biraz politik olacak ama, artık dış güçlerin bizim ülkeyi neden bu kadar bulandırmak istediklerini çok çok iyi anlıyabiliyorum. Resmen kafamıza vura vura ilerlememize engel olmaya çalışıyorlar. Çünkü onlarda gayet farkındalar ki biz ilerlersek bunların esamesi okunmayacak. Hiç milliyetcilik, vatan sevgisi, bu çocuk memleketini özlemiş falan diye değerlendirmeyin. Hanginiz olursa olsun, gelsin Almanya’ya, 2. ayda aynı düşünceleri paylaşmıyorsa, yüzüme tükürsün.

İkinci mevzu ise, “bazı” Türk insanının bu uç noktalar arasında gerçekten sıkışıp kalabilme potansiyelinin olması. Özellikle tutucu kesimin, ramazan diye içki içene kafa göz dalanın buraya geldiğini düşünemiyorum. Kesin sonunda terörist falan olur. Akıl sağlığı açısından Türkiye sınırları içinde kalması daha doğru.

Almanya’da da kürtleri pek sevdiklerini söyleyemem. Bazı konuştuğum almanlar, “Türkler neysede Türkiye Avrupa birliğine girerse, kürtler ne olacak?” diye sordu. Cevap veremedim çünkü haklıydılar. Zaten burada Suriye’lilerden sıtkıları sıyrılmış. Merkel’e küfür eden azımsanmayacak sayılarda.

Sonuç olarak, yaşam standartları bakımından öyle atla deve değil. Türkiye, Avrupa birliğine girse, illaki bir göç olur ama “Gözümüzde büyüttüğümüz Avrupa da bu muymuş?” diyerek ülkesine dönen sayısıda azımsanmayacak boyutlarda olur.

Daha yazılacak çok şey var ama burada bitirmekte fayda var sanırsam…

Bir cevap yazın